ÇOCUKLAR GİZLİ DÜŞMANA KARŞI
Tüm dünya olağanüstü günlerden geçiyordu. Dünya üzerinde benzeri görülmemiş bir panik havası vardı. İnsanlar bu yeni sorunla nasıl başa çıkacağını bilemiyor, kendilerini nasıl koruyacaklarına dair yeterli bilgi sahibi olamıyordu. Tüm televizyonlar gece gündüz demeden aynı şeyleri tekrarlıyor, insanların çaresizliğini dile getiriyordu.
Bütün yetkin kişiler tarafından sunulan tek çözüm vardı:
Evde kal! Ellerini yıka!
Peki ama neydi bu sorun? Zengin-fakir, genç-yaşlı dinlemeden tüm insanlığı pençesine düşüren bu büyük bilinmez…
Dünya tarihi felaketlerle doluydu, insanlar hayatta kalmak için her dönem farklı problemlerle mücadele etmişti. Ama bu… Evet bu çok farklıydı, bambaşkaydı.İnsanlığın yaşadığı diğer felaketlere benzemiyordu. Çünkü; insanoğlunun karşı karşıya kaldığı tüm felaketler, yediden yetmişe tüm insanları etkiliyordu.İkinci Dünya Savaşı'nı düşünelim bir an. Hayatını kaybeden milyonlarca insanın içinde bir milyonun üzerinde çocuk da bulunuyordu.
O zaman nasıl bir farkı olabilirdi ki? Diğer tüm felaketler gibi bu sorun da herkesi etkilemiyor muydu? Hani genç-yaşlı dinlemiyordu?
Bu soruları sorduğunuzu duyar gibiyim. Evet, zengin fakir dinlemiyordu. Ve yine evet genç-yaşlı da dinlemiyordu. Peki ya çocuk?
İşte tam da burada ayrılıyordu tüm felaketlerden, bu baş belası! Yüzyıllar boyunca savaş, doğal afet, salgın hastalıklara karşı en zayıf ve hatta en savunmasız kalan çocuklarımız, bu belaya karşı en güçlü olanımızdı. Evet, yanlış duymadınız o küçük bedenler, o savunmasız narin vücutlar; koca koca adamların, kadınların savunmasız bıraktığı bu virüse karşı dimdik ayaktaydı. Sanki gizli bir güç, sihirli bir değnekle bütün olayları tersine çevirmişti. En zayıfımız en güçlü olanımızdı. Belki de en büyük tesellimiz de buydu.
İşte böyle bir ortamda herkes gibi çocuklar da evlerine kapanmıştı. Bu virüse karşı daha güçlüydüler elbette. Ama bu güç onlara daha büyük sorumluluklar yüklemişti: Temizliğe dikkat edip büyüklerini korumak ve evde kalmak…
Sürekli koşan, zıplayan, oynayan, enerjisi hiç bitmeyen çocuk için her an temiz kalmak zor gibi görünse de tabi ki mümkündü. Çok sevdikleri anneleri, babaları, nineleri ve dedeleri için var güçleriyle direndiler. Fakat bir sorun vardı:Temizlik tamam da evde kalmak da neyin nesiydi?
Hem evde kalmak demek parka gidememek, sokakta oynayamamak, deniz görememek, kırlarda koşamamak ve en önemlisi okula gidememek demekti. En önemlisiydi çünkü; okul sadece matematik, hayat bilgisi, fen bilimleri değildi. Okul ders, arkadaş, öğretmen, oyun ve daha niceleri demekti. Amerikalı eğitim kuramcısı John Dewey'in de dediği gibi okul hayatın kendisiydi.
Şimdi asıl sınavı çocuklar verecekti. Bir yandan evde kalarak kendilerini korurken büyüklerinin de koruyucusu olacaklardı diğer yanda ise hayatlarının ta kendisi olan okulu evde yaşayacaklardı.
Okulu evde yaşamak mı? O da ne?
Kulağa garip gelse de şartları düşününce başka çare kalmıyordu. Çocuklarımız da bu duruma uyum sağlamak zorundaydı. Gülüp, oynayıp, dinleyip, konuşup, problemler yaşayıp ve bunlarla başa çıkmanın yollarını öğrendikleri okul artık evdeydi. Televizyonda, bilgisayarlarda, telefonlarda, tabletlerdeydi.
Yıllarca uzak tutmaya çalıştığımız ne varsa artık en yakınları olmalıydı. Bilgisayarların başından ayrılmadan saatlerce ders dinleyip, çalışmalarını devam ettireceklerdi. Her şey bir anda olmuştu ama çocuklar sanki yıllardır bu deneyime sahip gibiydiler. O minik bedenler, kimimizin siz küçüksünüz anlayamazsınız dediği büyük beyinler kendi çağının gerekliliği olan teknolojiye yetişkinlerden daha hızlı uyum sağlamışlardı. Evet bunu da başarmışlardı tüm endişelere rağmen.
Temizlik, el yıkamak, büyüklerinin sağlığını korumak, evde kalmak derken okulu evde de yaşamayı başarabilmişlerdi. Çocuğun olduğu yerde masumiyet, çocuğun olduğu yerde neşe, çocuğun olduğu yerde mutluluk, çocuklarımızın olduğu her yerde umut vardı.
İşte bu yüzden onlara karşı koyamayan bu düşmanı yenip aydınlık yarınlara ışık saçacaklardı.